20 Mart 2014 Perşembe

neden?



izleyeni büyüleyen cennet değil cehennemdir anne?

anımsama..



"...Fransa’da kimi itfaiyecilerin kahraman olabilmek için, önce gizlice orman yangını çıkartıp sonra da söndürdüklerini öğrendim."

Cehenneme Övgü
Gündüz Vassaf

4 Mart 2014 Salı

Her şeyin ötesinde, yürüme arzunu kaybetme.


Her şeyin ötesinde, yürüme arzunu kaybetme. 
Ben, her gün, daha iyi bir benlik haline yürüyor ve her türlü marazdan uzaklaşıyorum.
Hep en iyi düşüncelerime yürüdüm ve yürüyerek uzaklaşılamayacak hiçbir düşünce yükü bilmiyorum. 
Ama durduğumuzda… 
Biri ne kadar durursa o kadar yakınlaşır maraza.
İşte bu yüzden, yürümeye, devinime devam eden için herşey iyi olacaktır.
Kierkegaard

3 Mart 2014 Pazartesi

kırklar söylencesi


Muhammed atı Burak ile Mirac'a çıktığı gün Allah ile doksan bin kelam konuşur. 
Bunun otuz bini hakikatli sır olarak Ali'de kalır. 
Muhammed'e Mirac'da balelma ve süt verilir. Bal aşkı, sevgiyi, elma ise dostluğu temsil eder. Muhammed'in önüne bir arslan çıkar.
Muhammed gaipten bir ses duyar: "Parmağındaki yüzüğü arslanın ağzına atması" istenir. Böylece Muhammed arslanı atlatır ve Tanrı ile görüşür. Şehre dönerken yolda bir dergaha rastlar.

Kapıyı çalar içeriden: "Kimsiniz*" diye sorarlar.
Muhammed: "Ben peygamberim içeriye girmek istiyorum" der. 
İçeriden: "Peygamberliğini git ümmetine yap. Bizim aramıza peygamber sığmaz" diye cevap gelir.

Muhammed ayrılırken yine garipden bir ses ayrılmamasını kapıyı tekrar çalıp yeniden farklı bir şekilde yanıtlamasını söyler.

Bu sefer Muhammed: "Bende sizden biriyim. Bir insanım. Sizi görmek istedim" der. Bu sefer kapı açılır. "Hoşgeldin sefa getirdin, uğur getirdin" diye karşılanır.

İçeride 17'si kadın 22'si erkek tam 39 kişi vardır. Muhammed'e yer gösterilir. O'da gösterilen yere oturur. Ali'de meclistedir. Muhammet tesadüfen Ali'nin yanına oturur. Muhammet sorar.
"Size kimler denir?" der.
"Bize Kırklar denir" diye yanıt alır.
"Ama burada 39 kişi saydım" der.
"Selman-ı Pak Can Parstadır"denir.
"Peki sizin ulunuz, büyüğünüz, küçüğünüz kim" diye sorar Muhammet. 
Gelen yanıt şöyle olur: "Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir" denir. 
Bunun üstüne Muhammet meclisten bunu kendilerine kanıtlamalarını söyler.

O sırada Ali kolunu uzatır ve gömleğini sıyırır. İçlerinden biri "destur" diyerek bıçağın ucu ile kolunu hafif kanatır. Kolundan bir damla kan akar. Onu, her can'ın kolundan birer damla kanın gelmesi izler. 
40. canın bir damla kanı da pencereden içeri gelir. Bu ise Selman-ı Pak'ın kanıdır. 
Sonra Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. 
Büyük bir coşku ile vecd halinde semah dönülürken Muhammet'in başından sarığı (imamesi) düşer. Kırk parçaya bölünür. Kırklar parçaları bellerine bağlarlar, kemerbest olurlar. Muhammet, Kırklar Meclisi'ne pirlerini sorar. "Pirimiz Ali'dir" derler

herkesin bir umudu vardır.


1 Mart 2014 Cumartesi

Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.

“düşünüyorum da, 
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. 
yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, 
naif yönlerimizin keşfedilmesi, 
cesaretsizliğimizin anlaşılması, 
korkularımızın paylaşılması 
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. 
kabuklarımızın altında 
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. 
ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. 
hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. 
istiridyeler, deniz minareleri, midyeler. 
kirpiler ve kaplumbağalar gibi. 
sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? 
kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımizi, benliğimizi? 
yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? 
hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? 
duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? 
eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. 
ne çıkar ateşböceği sansalar beni? 
belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? 
güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi 
en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem 
bu sert kabugun ağırlığından kurtulup 
bir kuş gibi uçacagım özgürce. 
anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım 
karşımdakine. 
o da çözülecek belki. 
samimi ve güvenliksiz, silahsiz biriyle göz göze gelince. 
oysa bir görebilsek bunu. 
kalmadı böyle insanlar demesek. 
güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. 
kırılmaktan korkmasak. 
incinsek, yaralansak. 
ne olur bir darbe daha alsak. 
yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabugu. 
denesek. 
risk alsak. 
yanılsak. 
fark etmez. 
tekrar, tekrar bıkmadan denesek. 
ve kucaklaşsak yeniden. 
tıpkı eskisi gibi. 
ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. 
o zaman fark edeceğiz. 
ne kadar özlediğimizi birbirimizi. 
neler biriktirdiğimizi, 
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. 
beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. 
vakit az, paylasmak, sarılmak için. 
yasadığımiz coğrafya zor, şartları ağır. 
yüreği daha fazla küstürmemek lazım. 
sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. 
ve koşullar bir türlü düzelmeyen. 
sevgiye çok ihtiyacımız var. 
ufukta kara bir kış görünüyor. 
ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. 
kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. 
kurtulun bu yükten. 
korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. 
yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. 
hem hepimiz bir yıldızız. 
ne çikar ateşböceği sansalar bizi. " 


rabindranath tagore